top of page

Geçmişten Günümüze Emlak Vergisi

Güncelleme tarihi: 30 Tem 2021

Emlak vergisi en eski ve en yaygın vergilendirme biçimlerinden biridir. Bir servet vergisi olan emlak vergisi mali kaynak sağlamak, vergi adaletini gerçekleştirmek, gelir ve servet dağılımındaki dengesizlikleri gidermek gibi sosyal amaçlar ile toplumların örgütlenme biçimlerine bağlı olarak siyasal amaçlarla da yaygın bir şekilde uygulanmaktadır.


Geçmişten Günümüze Emlak Vergisi 011

Emlak vergisi, tarihin en eski vergi türlerinden biri olup kaynaklardan M.Ö. 2000 yıllarında Çin’de ilk şeklinin ortaya çıktığına dair kayıtlar bulunmaktadır. Emlak vergisi Türk vergi sistemi içinde yer alan önemli bir servet vergisi türüdür. Osmanlı imparatorluğu döneminde var olan gayrimenkullerin vergilendirilmesi uygulaması Cumhuriyet döneminde de sürdürülmüştür. 1931 yılında çıkarılan 1883 sayılı arazi vergisi ve 1837 sayılı bina vergisi 1972 yılına kadar uygulanmıştır. Arazi ve bina vergisi kanunlarında matrah idare tarafından belirlenmekte ve vergi, il özel idareleri tarafından tahsil edilmekteydi. Vergi matrahının aşınması, o dönemlerde Türkiye’de kadastronun tamamlanmamış olması ve uygulamadaki bazı aksaklıklar nedeniyle 1970 yılında 1319 sayılı Emlak Vergisi Kanunu hazırlanmış ve bu yeni kanun 1972 yılında yürürlüğe girmiştir. 1319 sayılı Emlak Vergisi Kanunu ile bina ve arazi vergileri emlak vergisi adı altında toplanmış, matrah tespitinde beyan usulüne geçilmiş ve verginin tarh ve tahsili il özel idarelerinden alınarak Maliye Bakanlığına devredilmiştir.

Günümüzde uygulanmakta olan Emlak Vergisi Kanununun alt yapısını oluşturan ve 1972 yılından itibaren yürürlükte olan 1319 sayılı Emlak Vergisi Kanununda kırk yıllık bir süre içinde birçok değişiklik yapılmıştır. Yapılan bu değişikliklerin büyük bir kısmını verginin matrahına ve yönetimine ilişkin düzenlemeler oluşturmaktadır.

Emlak vergisi, özellikle de arazi vergisi medeniyetlerin tanıdığı en eski vergilerden biridir. 19. yüzyılın başlarına kadar taşınmaz servet sahibi olmak vergi ödeme gücünün bir karinesi sayılmış ve bu varlıkların vergilendirilmesi iktidar prensibine dayandırılarak savunulmuştur. Ancak 19. yüzyılın ortalarından itibaren para ekonomisinin hızla gelişmesi, bina ve arazinin diğer servet unsurları yanında nispi önemlerini kaybetmeleri, sağlanan gelir ile taşınmaz servetin tutarı arasında yakın bir ilişkinin bulunmaması ve gelirin vergi ödeme gücünü yansıtan daha iyi bir ölçü olduğunun kabul edilmesi gibi nedenlerle emlak vergisinin iktidar prensibine dayandırılarak savunulması yerini fayda prensibine bırakmıştır.

Ancak, günümüzde emlak vergisinin bu teorik düşüncelerden ziyade üç olguya dayandırılarak açıklanması da mümkündür.

  1. kamu idarelerinin özellikle ülkemiz açısından artık kronikleşmiş finansman sorunu,

  2.  verginin konusunu oluşturan taşınmaz malların vergi idarelerince kolay belirlenmesinin getirdiği idari kolaylıkların çekiciliği,

  3.  emlak vergisinin yıllardır uygulanan eski bir vergi olmasından dolayı yükümlülerin bu vergiye alışmış olmaları.

Osmanlı’da Emlak Vergisi

Osmanlı Devleti kuruluşundan itibaren vergilendirme alanında İslam Hukuku kurallarını esas almıştır. İslam vergi hukukunun, şer’i hukuk kuralları çerçevesinde şekillenmiş bir yapısı bulunmaktadır. Hz. Peygamber döneminden 1839 Tanzimat’ın ilanına kadar, bütün Müslüman Türk devletlerinde kabul edilen vergi sistemi aynıdır ve esas olarak kur’an ve fıkıh kitaplarında ifadesini bulan mali hükümlerden ibarettir. Osmanlı Devleti bir İslam devleti olarak kurulduğundan, devletin yönetiminde dinî kurum ve kurallar egemendi. Bu özelliğe uygun olarak devletin temel gelir kaynağı şeri vergilerdi. Ancak zaman içinde örfi vergilere de yer verilmiştir. Ülkede “Tek Hazine”, “Tek Bütçe” ilkeleri 1856 yılından itibaren yürürlüğe kondu. 1876 Meşrutiyet Anayasası ile vergilemenin kanuna dayalı olması ilkesi getirildi. Tanzimat’a kadar Osmanlı İmparatorluğu’nda emlak vergisi (bina veya arazi vergisi) olarak alınan bir vergi olmamıştır.


Geçmişten Günümüze Emlak Vergisi 021

Türkiye’nin ekonomik kalkınma faaliyeti son 200 yıllık bir maceradır. Osmanlı Türkiye’si 1838’den itibaren serbest ticaret, dış borç ve yabancı sermaye ile kalkınmayı denemiş ancak başarılı olamamıştır. Türkiye’nin Batı ile ekonomik durumu değerlendirilirken Türklerin dördüncü yüzyıldan itibaren Batı ile ilişkileri ve Müslümanlık faktörü mutlaka göz önüne alınarak yapılmalıdır. 87 Osmanlı İmparatorluğu’nda tasarrufa konu arazi, mülk arazi, vakıf arazi ve mirî arazi olarak üçe ayrılmaktaydı. Mülk ve vakıf olanlar dışında bütün arazi devletin tasarrufunda olup buna mirî arazi denilmiştir. Mirî araziyi işleyen çiftçiden ise dönüm başına her yıl maktu olarak alınan çift akçesi ve elde edilen zirai üründen nispi olarak alınan aşar Tanzimat’tan önce araziden alınan vergilerdir. Bu dönemde binalardan herhangi bir vergi alınmamaktadır. 1850’lerden sonrası Batı Avrupa’da dolaylı vergilerin ilk uygulamaya başlandığı dönemdir. Bu husus vergi ve mali tarih açısından yeni bir başlangıçtır. Gümrük gelirleri dışında Osmanlı Türkiye’sinin Cumhuriyet Türkiye’sine kadar gelir kaynağı büyük ölçüde “aşar” ve “ağnam” üzerine dayalı bir mali düzendir. Dolaysız vergi dönüşümünü sağlayamayan, 1838 Ticaret, 1839 Tanzimat sonrası liberalleşme ve merkezileşmenin, yeni ordu donanımının sebep olduğu giderleri karşılamayan Osmanlı Türkiye’si sürekli dış borçlanmaya yöneldi.

Osmanlı Türkiye’si büyük oranda yabancı ve gayrimüslimlerin kontrolü altında kent ekonomilerini vergilendirememiştir. 19. Yüzyıl küreselleşmesinin sonucu olarak Osmanlı coğrafyasında Pazar ekonomisi gittikçe güçlenirken, kırsal kesimde Müslüman Türk köylüsünün vergisi %50-60 olurken, 19. Yüzyılın ikinci yarısında kurulan şirketlerin yükümlülükleri %1 ile 5 oranında değişmektedir.90 Osmanlı İmparatorluğu döneminde uygulanmakta olan vergiler, “Tekalif’ genel adıyla Şer’i vergiler (tekalif-i Şeriyye) ve örfi vergiler (Tekalif-i Örfiye) olarak ikiye ayrılmıştır. Osmanlı maliye tarihi açısından Tanzimat, önceki dönemlerden farklı özellikler taşıyan bir yenileşme, yeniden düzenleme dönemi olarak ele alınmıştır. Her şeyden önce Tanzimatçılar, hatta daha sonraki devlet yöneticileri bu kanaati paylaşmışlardır. Tanzimatla birlikte maliyede yeni bir dönem başladığı, pek çok araştırmacının geleneksel yaklaşımı niteliğini kazanmış, bunun da ötesinde maliyede ıslahat Tanzimatın temeli olarak görülmüştür. Tanzimat döneminde, çok sayıda vergi kaldırılıp şeri vergi olarak aşar, ağnam resmi ve cizye; örfi vergi olarak da ancemaatin vergi adıyla topluca tek bir vergi alınması yoluna gidilmiştir.


Geçmişten Günümüze Emlak Vergisi 031

Bu gelişme Meşrutiyet döneminde de devam etmiş ve bu vergiler Cumhuriyet dönemine gelinceye kadar bazı değişikliklerle varlıklarını sürdürmüşlerdir. Tanzimat’tan önce mevcut çok sayıdaki şer’i ve örf-i vergiler Tanzimatla birlikte azaltılmış ve basitleştirilmiştir. Cumhuriyet öncesi dönemde 1863 tarihli Emlak Vergisi ve 1910 Tarihli Musakkafat Vergisi Kanunu önemli bir yer teşkil etmektedir. Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarında hemen her alanda olduğu gibi mali yapıda da sadeleşme ve modernleşme yoluna gidilmiştir. III. Ahmet Lale Dönemiyle başlayan Batılılaşma özellikle Tanzimat ile sanatsal alanın dışına çıkmış ve her alanda etkisini göstermeye başlamıştır. Tanzimat’tan sonra Osmanlı’nın son yıllarına damgasını vuran iki önemli gelişme I. ve II. Meşrutiyet’in ilanıdır. Mali sistemin yeniden yapılandırılması ve modern hale getirilmesi için Tanzimat Dönemi’nde başlatılan ve kabul edilen düzenlemeler günümüz kamu maliyesinin de çerçevesini oluşturmaktadır. Yakın bir geçmişe kadar da o dönemde kabul edilen düzenlemeler çok az değişikliklerle geçerliliğini sürdürmüştür.

270 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page